1700'lü yıllar Londra'sından bildiriyorum...
28 Şubattan bu yana hiçbirşey yazmamış, daha doğrusu yazamamış olmama hayret ediyorum. İşlerimin yoğunluğunun, ruhumun yorgunluğu ile birleşip beni nasıl da bitkin düşürmüş olduğunun yeni yeni farkına varmış olmam şaşırtıcı... Tüm yaşadıklarım, koşuşturmaca, heyecan, bekleyiş ve sanırım en önemlisi de belirsizlik ruhuma ağır gelmiş olmalı ki; bloguma zaman ayırmakta bu kadar geç kaldım. Hem de onca boşa geçirilmiş, anlamsızca harcanmış zamanları düşündüğümde.... Yazmayı çok özlemişim... Anlatacak bunca çok şeyim varken, anlatmakta bu kadar hevesliyken; neden bir türlü yazamayı başaramadığımı bilemiyorum. Neyse... Bu kısa yakınma ve durum bildiriminden kurtulup; uzun zamandır üzerinde kısa da olsa bahsetmek istediğim konuya geçmek galiba en doğrusu olacak:))
Burası 1700'ler Londra'sı, İngiltere cemiyet hayatı..
Son aylarda haddinden fazla üzerinde fikir ürettiğim, beni dinlemeye tahammülü olan kişilere, gereğinden fazla bahsetmiş olduğum, beni hem çok güldüren hem de çok şaşırtan şu ingilizlerin 1700'lü yıllardaki alışkanlıklarından bahsetmek istiyorum.
İngilizler ve 1700'lü yıllar Londrası... Ne değişik bir kültürmüş onlarınkisi. Ne kadar izole ve ne kadar kasıntı... İnsan bu kadar sıkıntıya ne için giriyor diye sorduğum her soruda, aslında onlar için benim aklımın bir şekilde alamadığı, mantıklı bir açıklama mevcut.. Merak edip, İngiliz kraliyet ailesi ve sosyetesi hakkında okuduğum onca göçebe ve çoğunluğuna ulaşılması pek de zor olmayan bilgiden oluşan, kendimce toparladığım ya da toparlayabileceğimi umduğum düşüncelerim umarım herkes tarafından merak ediliyordur:) İşin kötü tarafı, herkes biliyor da bir ben bu kadar şaşırıp, kafa yorduysam diye de korkmuyor değilim....
Sosyete Mevsimi...
Sosyete mevsimi.....1700'ler Londra'sının heyecanla beklenen, 16 yaşını doldurmuş genç kızların sosyete sunulduğu, tüm ihtşamı, şaşaası, tüm uyulması gereken görgü kuralları için aylarca çalışılarak ancak hazırlanılabilen dönem, bu dönem İngiltere'nin Lordlar ve Leydileri için... Bu mevsim, ev partileri, kokteylerle hayat bulan, danslar ve müziklerle, evlilik çağına gelen kont ve vikontlar için sunulmayı bekleyen genç kızların hayalleri, o dönemin modern görücü usulu (aslen bana göre usulsüzlüklerle dolu) tanıştırmaların ve tanışma heyecanlarının hayata geçtiği dönem.... Öyle partiler ki bunlar, ne kadar zengin olursan ol, eğer ailen ve akrabaların o cemiyete ait değilse davetiye bulmanın imkanı yok. Ama eğer zaten sen, bir kraliyet ailesinden geliyorsan ve şöyle gerçekten fiyakalı bir etiketin varsa da; istediğin kadar bu davetlerden hazetme ya da istediğin kadar katılamayacak durumda ol, katılmakla mükellef olduğun partiler zamanı bu 'Sosyete Mevsimi'.....
İş tabiki esas olarak senin sosyete ait olmanla başlıyor. Sonrasında sadece bunula kalacağını sanıyorsan elbette yanılıyorsun, hele ki bu mevsimde sunulmayı bekleyen çıtı pıtı 16 yaşını henüz doldurmuş bir genç kızsan... Ki dikkat etmen lazım, yaşın 26'yı geçmiş ve sen hala bu mevsimin nimetlerinde yararlanıp; bir kont ya da vikont tavlayamamışsan, işte o zaman evde kalmış sayılıyorsun... Öncelikle nasıl oturulup kalkılacağını, bu zarif beylerin direk gözlerine bakmadan nasıl konuşulacağını, yemeklerini yerken; incecik bedenini nasıl koruyacağını, nasıl zarafetle dans etmeyi öğrenmekle işe başlanıyor.... Oturuşun kesinlikle çok önemli... Sırtın, sopa yutmuşsun gibi dimdik olacak, asla öyle eğilip bükülmeler yok, ayakların eteğinin altından görünmeyecek... Ah bir de o kat kat, korselerle sıkıştırılmış, kabarık etekli kıyafetleri üzerinde taşıman gerektiğinden bahsetmek bile istemiyorum. Kesinlikle sana direk olarak adınla hitap edilip soru sorulmadıka konuşmamanın gerekmesi, tüm maharetlerini (şarkı söylemek, dans etmek, piyano çalmak, şiir okumak...) istenildiği zaman göstermekten çekinmemenin kural olması, bunlardan sadece birkaçı...Ne zormuş değil mi İngiliz sosyetesinden olmak... Şimdiden ben daraldım, siz düşünün bir de o zamanlarda yaşayanaları...
Duygusallıktan çok, verimli bir sosyete evliliği kurmak onların amacı.. Ayrıca kanındaki asaleti yine kanında asalet olan bir beyefendi ile birleştirmek.. Kendin için en iyi, en sağlıklı, en soylu erkeği seçmek o kadar da kolay olmayacak elbette.. Her ne kadar mevsimi var canım, mevsiminde harekete geçeceğiz ne olmuş diye düşünsen de... Bu zorlayıcı kurallar, giyim tarzı, yemekler, partiler, sana hayatının aşkını sunmuyor maalesef ki.. Ancak işin tuhaf yanı; biraz önce de bahsettiğim gibi o deliler gibi aşık olunacak kişiyi bulmak değil amaç. O yüzden de strese gerek yok; zaten o sezon, sunulacak soylu bir beyefendi için seni seçtmiş olabilirler ve senin işin sandığından çok kolay olabilir....
Peki o soylu beyefendilere ne demeli... Zorunluluk olan, itina ile pudralanmış perukları, yumurta topuklu ve tokalı ayakkabıları, dizden itibaren daralan pantalonları ve onlarla uyumlu, milyonlarca düğmeden oluştuğu izlenimi veren ceketleri, dahası ceketlerine eşlik eden dantelli gömlekleriye tam bir 'süs köpeği' edasını taşıyorlar... Unutmadan; bir de gerekli olursa, soylu hanımefendilere uzatılmak üzere yanlarında taşıdıkları afilli mendilleri de var bu beyefendilerin. Bu mevsim, en az hanımefendileri olduğu kadar beyefendileri de strese sokmaktan geri kalmıyor anlayacağınız..Onların da hem giyim kuşamda hem de davranışlarında uymaları gereken tonla kural olduğundan bahsetmeye bile gerek duymuyorum. Leydiler yalnız değiller bu açıdan.
Ne zormuş yahu 1700'lerde Londra'da sosyete olmak diye düşünürken; şu her dakika yanlarında biten uşakları geldi aklıma... Hanımefendinin ya da beyefendinin baş uşağı olmak epey bir ayrıcaklıklı olmakla beraber alt kademeden bir çalışan olmak oldukça zor elbette... Anlayamadığım, bu soylu asillerin neden kendileri yıkanamıyorlar ya da neden kendileri giyinemiyorlar. Bence asıl lüks bunları yalnız başarabilmektir (!) ancak onlara göre tam tersi....Zaten banyo dedikleri de ıslak bir bezle kirlendiğini düşündükleri bölgelerini silmekten ibaret olup; bununla bir yere varamayacaklarını öğrenmeleri de sanırım kendi başlarına yapmaya başladıkları dönemlere kadar uzanıyor... Eh bir de evlendikleri o asilzade beyefendi ve hanımefendi ile ayrı odalarda yaşamaları var ki; tartışılmayı hakeden diğer bir konu. Sadece cinsel ihtiyaç, çocuk yapmak amaçlı odalarının kapılarını birbirlerine açmaları da bir savunma mekanizması ve özel alan sağlama çalışması olarak görülebilir....
Kurallara bu kadar katı olunca, dahil olmak içinde bir asilzade olman gerekince bu topluluk küçük bir cemiyet gibi düşünülebilir... Ancak işte tam bu noktada hataya düşüleceğini üzülerek belirtmek isterim. Çünkü o dönem İngilteresinde, bir şekilde bir toprak sahibi olup kont ya da vikont ünvanı almak gerçekten sanılandan kolay görülüyor...
Büyük malikaneler, onlarca hizmetçi, afilli, kocaman at arabaları, saatlerce süren danslar... Bir de tabi çay saatleri.. Çayın sıcak ve usulüne göre sunulması, sunarken yine göz temasının olmaması sayılabilecek sadece birkaç kuraldan biri..
Bana ilginç gelen; o dönemlerde İskoçya'dan hep barbarlar ülkesi diye bahsediliyor oluşu.. O dönem tarihi konusunda araştırmalarıma devam etmekte olup; bu konudaki bilgilerimi (savaşlar, işkenceler, fetihler..) belli bir olgunluğa eriştirdiğimde paylaşmak için sabredemeyeceğimden emin olabiliriniz. Hatta kendileri gerçekten yıkanıyorlarmış gibi; bir de İskoçların hiç yıkanmayan ve traş olmayan erkeklerden oluştuğunu belirtecek kadar ilginç bilgilere yer verilmiş arama motorlarının bazılarında..Benim de bu konudaki araştırmalarımı genişletmem gerekiyor ki; işte bu konu gerçekten sanılandan fazla zamanımı alıyor. Neyse, sosyete İngilizler hakkında okuduklarım ve barbar İskoçlar olarak belirtilenler gerçekten dikkat çekici. O dönemleri şöyle bir hayal etmeye çalışıyorum; Avrupa, Amerika, Osmanlı... Hal böyle olunca; geri kalan Avrupa konusunda da insan soru işaretleri ile karşılaşmıyor değil...
Tüm bu can sıkıcı, şaşırtıcı 1700'lü yılların Londra efsanelerinin yanında, yemyeşil, kocaman, sınırsız arazilere yerleşmiş şatoları, doğanın tarifsiz güzelliği ile pek çok kitaba konu olmuş, saymakla bitmeyecek tabloların baş kahramanı, edebiyatçıların esin kaynağı olan İngiltere'nin, hakkında tüm bu anlatılanları ruhunda hissetmek için bile görülmesi gerekiyor diye düşünüyorum... 'Macera dolu Amerika' derken, kendisi macera olan pek çok insan, bunun yanı sıra etkisini üzerinden atmakta zorlandığını belirten Amerikayı görmüş çoğu dostumun aksine; benim görüşüm şu ki; ben gerçekten bu havayı koklayıp, damarlarımda o sosyetenin nabzını hissedebileceksem eğer, o dönem Londra'sını görmeliyim.:)) (Birden sosyete özentiliği mi başladı, çözemedim) Şatoların heybeti, bahçelerdeki göllerin, ağaçların, çiçeklerin vereceği o kozmik enerji ile artık siz düşünün nerelere ulaşabilirim hayallerimde.. Bir edebiyat dehası olduğum söylenemez ama inanıyorum ki o ortamın sunacağı elektrik ve heyecanla benden neler çıkar neler...:) Şaka bir yana, edebiyat dünyasını derinden etkilemiş bu toprakların havasını koklamak bile insana büyük değişimler sunabilir diye düşünüyorum.
Bu dönem hakkında düşündüklerimi, olabildiğince öz (!), yapabildiğimce özet anlattığımı umuyorum. Bence Londra'ya gittiğinizde (ki ben şansım olursa öyle yapacağım), 1700'lerin o ruhunu yaşamak için, o dönemin kıyafetlerinden giyip şöyle afilli bir sıfat belirleyip; birbirinize çay servisi yapın, en baştan da bir fotografınızı çektirmeyi unutmayın ki elinizde o ruh haline girdiğinizin bir tanığı olsun...
Burası 1700'ler Londra'sı, İngiltere cemiyet hayatı..
Son aylarda haddinden fazla üzerinde fikir ürettiğim, beni dinlemeye tahammülü olan kişilere, gereğinden fazla bahsetmiş olduğum, beni hem çok güldüren hem de çok şaşırtan şu ingilizlerin 1700'lü yıllardaki alışkanlıklarından bahsetmek istiyorum.
İngilizler ve 1700'lü yıllar Londrası... Ne değişik bir kültürmüş onlarınkisi. Ne kadar izole ve ne kadar kasıntı... İnsan bu kadar sıkıntıya ne için giriyor diye sorduğum her soruda, aslında onlar için benim aklımın bir şekilde alamadığı, mantıklı bir açıklama mevcut.. Merak edip, İngiliz kraliyet ailesi ve sosyetesi hakkında okuduğum onca göçebe ve çoğunluğuna ulaşılması pek de zor olmayan bilgiden oluşan, kendimce toparladığım ya da toparlayabileceğimi umduğum düşüncelerim umarım herkes tarafından merak ediliyordur:) İşin kötü tarafı, herkes biliyor da bir ben bu kadar şaşırıp, kafa yorduysam diye de korkmuyor değilim....
Sosyete Mevsimi...
Sosyete mevsimi.....1700'ler Londra'sının heyecanla beklenen, 16 yaşını doldurmuş genç kızların sosyete sunulduğu, tüm ihtşamı, şaşaası, tüm uyulması gereken görgü kuralları için aylarca çalışılarak ancak hazırlanılabilen dönem, bu dönem İngiltere'nin Lordlar ve Leydileri için... Bu mevsim, ev partileri, kokteylerle hayat bulan, danslar ve müziklerle, evlilik çağına gelen kont ve vikontlar için sunulmayı bekleyen genç kızların hayalleri, o dönemin modern görücü usulu (aslen bana göre usulsüzlüklerle dolu) tanıştırmaların ve tanışma heyecanlarının hayata geçtiği dönem.... Öyle partiler ki bunlar, ne kadar zengin olursan ol, eğer ailen ve akrabaların o cemiyete ait değilse davetiye bulmanın imkanı yok. Ama eğer zaten sen, bir kraliyet ailesinden geliyorsan ve şöyle gerçekten fiyakalı bir etiketin varsa da; istediğin kadar bu davetlerden hazetme ya da istediğin kadar katılamayacak durumda ol, katılmakla mükellef olduğun partiler zamanı bu 'Sosyete Mevsimi'.....
İş tabiki esas olarak senin sosyete ait olmanla başlıyor. Sonrasında sadece bunula kalacağını sanıyorsan elbette yanılıyorsun, hele ki bu mevsimde sunulmayı bekleyen çıtı pıtı 16 yaşını henüz doldurmuş bir genç kızsan... Ki dikkat etmen lazım, yaşın 26'yı geçmiş ve sen hala bu mevsimin nimetlerinde yararlanıp; bir kont ya da vikont tavlayamamışsan, işte o zaman evde kalmış sayılıyorsun... Öncelikle nasıl oturulup kalkılacağını, bu zarif beylerin direk gözlerine bakmadan nasıl konuşulacağını, yemeklerini yerken; incecik bedenini nasıl koruyacağını, nasıl zarafetle dans etmeyi öğrenmekle işe başlanıyor.... Oturuşun kesinlikle çok önemli... Sırtın, sopa yutmuşsun gibi dimdik olacak, asla öyle eğilip bükülmeler yok, ayakların eteğinin altından görünmeyecek... Ah bir de o kat kat, korselerle sıkıştırılmış, kabarık etekli kıyafetleri üzerinde taşıman gerektiğinden bahsetmek bile istemiyorum. Kesinlikle sana direk olarak adınla hitap edilip soru sorulmadıka konuşmamanın gerekmesi, tüm maharetlerini (şarkı söylemek, dans etmek, piyano çalmak, şiir okumak...) istenildiği zaman göstermekten çekinmemenin kural olması, bunlardan sadece birkaçı...Ne zormuş değil mi İngiliz sosyetesinden olmak... Şimdiden ben daraldım, siz düşünün bir de o zamanlarda yaşayanaları...
Duygusallıktan çok, verimli bir sosyete evliliği kurmak onların amacı.. Ayrıca kanındaki asaleti yine kanında asalet olan bir beyefendi ile birleştirmek.. Kendin için en iyi, en sağlıklı, en soylu erkeği seçmek o kadar da kolay olmayacak elbette.. Her ne kadar mevsimi var canım, mevsiminde harekete geçeceğiz ne olmuş diye düşünsen de... Bu zorlayıcı kurallar, giyim tarzı, yemekler, partiler, sana hayatının aşkını sunmuyor maalesef ki.. Ancak işin tuhaf yanı; biraz önce de bahsettiğim gibi o deliler gibi aşık olunacak kişiyi bulmak değil amaç. O yüzden de strese gerek yok; zaten o sezon, sunulacak soylu bir beyefendi için seni seçtmiş olabilirler ve senin işin sandığından çok kolay olabilir....
Peki o soylu beyefendilere ne demeli... Zorunluluk olan, itina ile pudralanmış perukları, yumurta topuklu ve tokalı ayakkabıları, dizden itibaren daralan pantalonları ve onlarla uyumlu, milyonlarca düğmeden oluştuğu izlenimi veren ceketleri, dahası ceketlerine eşlik eden dantelli gömlekleriye tam bir 'süs köpeği' edasını taşıyorlar... Unutmadan; bir de gerekli olursa, soylu hanımefendilere uzatılmak üzere yanlarında taşıdıkları afilli mendilleri de var bu beyefendilerin. Bu mevsim, en az hanımefendileri olduğu kadar beyefendileri de strese sokmaktan geri kalmıyor anlayacağınız..Onların da hem giyim kuşamda hem de davranışlarında uymaları gereken tonla kural olduğundan bahsetmeye bile gerek duymuyorum. Leydiler yalnız değiller bu açıdan.
Ne zormuş yahu 1700'lerde Londra'da sosyete olmak diye düşünürken; şu her dakika yanlarında biten uşakları geldi aklıma... Hanımefendinin ya da beyefendinin baş uşağı olmak epey bir ayrıcaklıklı olmakla beraber alt kademeden bir çalışan olmak oldukça zor elbette... Anlayamadığım, bu soylu asillerin neden kendileri yıkanamıyorlar ya da neden kendileri giyinemiyorlar. Bence asıl lüks bunları yalnız başarabilmektir (!) ancak onlara göre tam tersi....Zaten banyo dedikleri de ıslak bir bezle kirlendiğini düşündükleri bölgelerini silmekten ibaret olup; bununla bir yere varamayacaklarını öğrenmeleri de sanırım kendi başlarına yapmaya başladıkları dönemlere kadar uzanıyor... Eh bir de evlendikleri o asilzade beyefendi ve hanımefendi ile ayrı odalarda yaşamaları var ki; tartışılmayı hakeden diğer bir konu. Sadece cinsel ihtiyaç, çocuk yapmak amaçlı odalarının kapılarını birbirlerine açmaları da bir savunma mekanizması ve özel alan sağlama çalışması olarak görülebilir....
Kurallara bu kadar katı olunca, dahil olmak içinde bir asilzade olman gerekince bu topluluk küçük bir cemiyet gibi düşünülebilir... Ancak işte tam bu noktada hataya düşüleceğini üzülerek belirtmek isterim. Çünkü o dönem İngilteresinde, bir şekilde bir toprak sahibi olup kont ya da vikont ünvanı almak gerçekten sanılandan kolay görülüyor...
Büyük malikaneler, onlarca hizmetçi, afilli, kocaman at arabaları, saatlerce süren danslar... Bir de tabi çay saatleri.. Çayın sıcak ve usulüne göre sunulması, sunarken yine göz temasının olmaması sayılabilecek sadece birkaç kuraldan biri..
Bana ilginç gelen; o dönemlerde İskoçya'dan hep barbarlar ülkesi diye bahsediliyor oluşu.. O dönem tarihi konusunda araştırmalarıma devam etmekte olup; bu konudaki bilgilerimi (savaşlar, işkenceler, fetihler..) belli bir olgunluğa eriştirdiğimde paylaşmak için sabredemeyeceğimden emin olabiliriniz. Hatta kendileri gerçekten yıkanıyorlarmış gibi; bir de İskoçların hiç yıkanmayan ve traş olmayan erkeklerden oluştuğunu belirtecek kadar ilginç bilgilere yer verilmiş arama motorlarının bazılarında..Benim de bu konudaki araştırmalarımı genişletmem gerekiyor ki; işte bu konu gerçekten sanılandan fazla zamanımı alıyor. Neyse, sosyete İngilizler hakkında okuduklarım ve barbar İskoçlar olarak belirtilenler gerçekten dikkat çekici. O dönemleri şöyle bir hayal etmeye çalışıyorum; Avrupa, Amerika, Osmanlı... Hal böyle olunca; geri kalan Avrupa konusunda da insan soru işaretleri ile karşılaşmıyor değil...
Tüm bu can sıkıcı, şaşırtıcı 1700'lü yılların Londra efsanelerinin yanında, yemyeşil, kocaman, sınırsız arazilere yerleşmiş şatoları, doğanın tarifsiz güzelliği ile pek çok kitaba konu olmuş, saymakla bitmeyecek tabloların baş kahramanı, edebiyatçıların esin kaynağı olan İngiltere'nin, hakkında tüm bu anlatılanları ruhunda hissetmek için bile görülmesi gerekiyor diye düşünüyorum... 'Macera dolu Amerika' derken, kendisi macera olan pek çok insan, bunun yanı sıra etkisini üzerinden atmakta zorlandığını belirten Amerikayı görmüş çoğu dostumun aksine; benim görüşüm şu ki; ben gerçekten bu havayı koklayıp, damarlarımda o sosyetenin nabzını hissedebileceksem eğer, o dönem Londra'sını görmeliyim.:)) (Birden sosyete özentiliği mi başladı, çözemedim) Şatoların heybeti, bahçelerdeki göllerin, ağaçların, çiçeklerin vereceği o kozmik enerji ile artık siz düşünün nerelere ulaşabilirim hayallerimde.. Bir edebiyat dehası olduğum söylenemez ama inanıyorum ki o ortamın sunacağı elektrik ve heyecanla benden neler çıkar neler...:) Şaka bir yana, edebiyat dünyasını derinden etkilemiş bu toprakların havasını koklamak bile insana büyük değişimler sunabilir diye düşünüyorum.
Bu dönem hakkında düşündüklerimi, olabildiğince öz (!), yapabildiğimce özet anlattığımı umuyorum. Bence Londra'ya gittiğinizde (ki ben şansım olursa öyle yapacağım), 1700'lerin o ruhunu yaşamak için, o dönemin kıyafetlerinden giyip şöyle afilli bir sıfat belirleyip; birbirinize çay servisi yapın, en baştan da bir fotografınızı çektirmeyi unutmayın ki elinizde o ruh haline girdiğinizin bir tanığı olsun...
Yorumlar
Yorum Gönder