Düş ile gerçek arası bir yol ve tatil vaadediyor sana Selimiye....
Bir hafta sonu, hazır Ege Bölgesi'ne gelmişken gezilecek, görülecek, gidilecek yerleri planlamanın vakti gelmiştir dedik ve 30 Ağustos tatilini fırsat bilerek düştük yollara...
Şimdiye kadar pek çok kez övgüyle söz edildiğini duyduğum, çoğu magazin programına konu olması nedeni ile biraz da soğuduğum 'Selimiye Köyü'ydü seçmiş olduğumuz tatil mekanı.. Aslında görmeyi çok istediğim, son günlerde adından çok fazlaca bahsedilen ve sosyal medya paylaşımlarında giderek artarak popülerleşen, Marmaris'in küçük bir köyü 'Selimiye'... Bakir kalmış, modern zamanların ve gereklerin gün geçtikçe ele geçirdiği o betonarmeleşme ve piyasalaşma zihniyetinden mümkün olduğunca uzak kaldığını zaman geçirdikçe anladığınız bir yerleşke olarak seni içine çekecek... Korkularım var elbet bu bakir alanın, çağdaş gereklere karşı direncinin giderek zayıflayacağından ama en azından bu yaz sezonunu hasarsız atlaşmış olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum..
Araba ile çıktık yola.. Hedefimiz 'Selimiye Köyü', direksiyonda yolların yeni fatihi bendeniz.. Elbette karşıma çıkacak tek şeritli yollardan, virajlardan bihaber, heyecan ve şevk ile müziğimi ayarlamış, sevdiğim bir şarkı tutturmuş, yeşil ve mavi sevdasında... Oysa ki; yollar benim beklentilerimin çok dışında, şeritler sandığımdan küçük, yollar ilerledikçe daha da çok korkmama neden olan bir istikrarla virajlar sıralanmakta.. Tecrübesizliğimin verdiği ürkeklikle ilerlerken; aslında yolların bu şekilde olmasının ne kadar da bölgenin yararına olduğunu düşünmeden edemedim. Ne kadar ulaşımı kolaylaştıysa bu tarz tatil beldelerinin, bir şekilde koyun güzelliği, temizliği ve bakirliği de kayboldu, ortamlar kirlendi, doğanın bakirliği insan elinin, teknolojinin değdiğinin kanıtı olarak gün geçtikçe uzaklaştı gerçek güzelliğinden... Yapaylaştı... Kirlendi..... Gün be gün teslim oldu yozlaşmaya betonlaşmaya.. O yüzden her ne kadar zorlansam da yollarda, sevindim de diğer taraftan bu bölgenin tabiatı adına. O yüzden, tatilini bu yörede geçirmeyi planlayan dostlara, yollarının virajlı, ama bir o kadar da seyrine doyum olmayacak kadar bir görsel şölenle dopdolu olduğunu belirtmek isterim.
Muğla'dan Marmaris istikametinde ilerledikten sonra, Datça yolunu takip edip, asıl gidilmesi gereken yolun Bozburun tarafında olduğunu unutmamak lazım. Marmaris yoluna girildiğinde yeşilin ve mavinin size hazırlamış olduğu eşsiz tablo, size masal dünyasının büyülü atmosferini sunacağından, bu alanlarda doğal teras vazifesi gören, yol kenarındaki alanları kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ederim. Lakin; bu mekanlar size sadece bu yöreye gittiğinizde şahit olabileceğiniz kareler sunmakla kalmayacak; aynı zamanda sizi gerçek dünyadan alıp bir masalın tam ortasında yaşamaya davet edecek.... Nerde kaldı Çeşme ve eşrafının, sizi hali hazırda buyur ettiği renksiz ve boz alanlar.. İnanın kendim Milas'lıyım, bu bölgenin toprağıyla kavrulmuş olduğumdan değil, farkı kendiniz de bu yazıları okumadan da fark etmiş olacağınız için şimdiden söylemek için yazıyorum:)))..
Eski Marmaris yolu, siz normal yoldan ilerlerken, size eski bir yoldaş gibi eşlik edecek, bu huzur ve feyz dolu tatil gezinizde. Hele bir de fon da Buika'nın eşsiz sesi ile renkleniyorsa aracınız, sizden keyiflisi yoktur bana göre...
Selimiye köyünden önce sizi, Orhaniye karşılayacak... Denizin ortasından yürüyen, karınca misali arka arkaya sıralanmış insan yığının gördüysen, işte orası Orhaniye ve o yol da 'Kral Yolu'... pek çok efsanesi olsa da bu yolun, sanırım en keyiflisi, bu yoldan kral olarak kendin geçmen, kendin kral olman, o anlık da olsa... Orhaniye çevresinde pek konaklama alanı mevcut değil, tam anlamıyla bakir bir alan. Bu bölgeyi, kum plajı,, sıcacık suyu ve kral yolunu keşfetmek için değerlendirmen tarafımızca önerilir.
Orhaniye'yi geçtikten sonra, yol hiç hız kesmeden virajlar ve küçülmelerle devam edecek. Ta ki Selimiye köyü levhasını görene ve sen bu kadar yol eziyetini bu muhteşem manzara için bile çekerim arkadaş nidaları ile hızını arttırmaya başlayıncaya kadar..
Sevimli, kendi halinde, gün be gün keşfedilmenin verdiği mağrurlukla kendini gösterme çabasında Selimiye. Senin yolda çektiğin tüm o eziyetlere, döktüğün terlere inat; seni rahatlatacak, sıcacık kucaklayacak bir sahil köyü. O kadar ki; ilk geldiğinde köyün meydanı neresi, burada nerde denize girilir, nasıl tatil yapacağım bu küçücük yerde dedirtecek kadar saklanmış...
Sadece küçük pansiyonlar var bir kere onun kıyılarında, plaj olarak hayalinde canlandırdığın kumsallara ise kesinlikle yer yok.. Sadece tertemiz, pırıl pırıl, çakıl taşları ile dolu, 360 derece döndüğünde tam bir göl havası veren, neredeyse vücut sıcaklığın ile denk bir denizi var ki; yüzmeyen, tadına bakmayan bilemez... Gece bile girdiğinde tadına doyulmuyor, ben bu kadar söyleyeyim, siz gidin girmeden dönmeyin:))... Denendi test edildi, yine gitsem yine mutlaka gece tekrar girerim o tertemiz, berrak, sıcacık sularına...
Gece hayatı yok, akşam üzerleri yapılan o cıstaklı, eller havaya partileri yok, birbirini kesmeli tavlamalı ortamlar ise hayal bu mekanda... Peki ne mi var??? Huzur, dinginlik ve gerçek bir deniz tatili var bu küçücük pansiyonların yerleştiği, sıcacık köy halkının ev sahipliği yaptığı Selimiye'de...Ha bir de unutmadan, tadına doyulmaz lezzette mezeleri, balıkları var bu köyün, modern dünyadan, doğanın yardımı ile saklanmış gizli bahçelerinde..
Yemek için herkesçe bilinen meşhur 'Sardunya' restoranı var. Sağır sultan bile biliyor. Öte yandan kalabalık ve ticari zihniyetin mağlup etmiş olduğunu unutmamak lazım buraya giderken. Elbette mezeler lezzetli, balıklar denizden ama bir yanın da salaş, kendi halinde balık lokantası rahatlığını da aramıyor değil insan, boğaz kenarındaki ya da Çeşme Dalyanköy'deki balıkçılardan farkını görmek için en azından.... Bu yüzden benim önerim yeni keşiflere açık olman ve 'Nane Limon Restoran' ve 'Zeytinli Restoran'ı denemen.
Ortamın keyfi, ışık oyunları, iskelesinin kendine has ambiyansı ile seni Avrupa sahillerinde hissettiren 'Nane Limon'unun keyfi Sardunya'da kesinlikle yok. Hele de önüne demirlemiş tekne ve yatları da göz önüne alırsan; bence tercih etmen gereken mekanın adı daha bir belirginleşecek diye düşünüyorum. Zeytinli restoran sakin, kendi halinde, eş dost muhabbetine, demlendikçe şair ve yazar olmana imkan tanıyan bir mekan... Şarkılar, derinden, sanki senin içinden seslendirmek ve kaydetmek isteyip de yapamadığın namelerle hayat bulurken; sen de aşçının günün taze ot ve sebzelerinden yapılmış mezeleri ile keyif yapmakta olacaksın... Karşında sevdiğin varsa bir de; işte o zaman o şarkıların söz yazarı, bildiğin tüm şiirlerin şairi sen olacaksın. Tantana yok, cıstaklı bilindik hikayeleri anlatan şarkılar yok, senin hikayen, senin şiirlerin, senin aşkın yazılacak; bu dingin, bu yolların suç ortaklığı ile saklanmış mekanda... Sözün kısası dostum, eğer gideceksen adı duyulmuş, meşrutiyeti kanıtlanmış mekanlardan çok, senin keşfine hazır, lezzeti seninle test edilmiş mekanlara da açık ol bu köyde... Sonuçta tüm mekanların mezeleri birbirinden lezzetli, balıklar denizden, tazecik beklediğinden bekleyebileceğinden canlı...
Konaklama seçenekleri, yıldızlarla belirlenmiş değil... Benim sana tavsiyem, denize sıfır, odaların kapıları direk denize açılan, televizyonu bile olmayan pansiyonları değerlendirmen. Sonuçta dinlenmek, ruhunun naif yönlerini keşfetmekse amaç; bu pansiyonlar senin için açılmış demektir.....
Hediyelik eşya seçenekleri de mevcut olmakla beraber; köy meydanında yerleşmiş mekanlar biraz cüzdanını boşaltacak, hazırlıklı olmalısın. Sonuçta farklı duygulara hitap eden keyifli şeyler bulabileceğinden şüphem yok, ne var ki; sınırlı sayıda mekan olduğu için, fiyatlar da ona göre belirlenmiş ne yazık ki....
Hayal gibi bir tatil, dinlendiğini gerçekten hissedeceğin anılarla evine dönüyor olmanın bedeli ise hiç birşey ile belirlenemez diye düşünüyorum...
En yakın zamanda, Selimiye'de karşılaşmak dileğiyle...
Şimdiye kadar pek çok kez övgüyle söz edildiğini duyduğum, çoğu magazin programına konu olması nedeni ile biraz da soğuduğum 'Selimiye Köyü'ydü seçmiş olduğumuz tatil mekanı.. Aslında görmeyi çok istediğim, son günlerde adından çok fazlaca bahsedilen ve sosyal medya paylaşımlarında giderek artarak popülerleşen, Marmaris'in küçük bir köyü 'Selimiye'... Bakir kalmış, modern zamanların ve gereklerin gün geçtikçe ele geçirdiği o betonarmeleşme ve piyasalaşma zihniyetinden mümkün olduğunca uzak kaldığını zaman geçirdikçe anladığınız bir yerleşke olarak seni içine çekecek... Korkularım var elbet bu bakir alanın, çağdaş gereklere karşı direncinin giderek zayıflayacağından ama en azından bu yaz sezonunu hasarsız atlaşmış olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum..
Araba ile çıktık yola.. Hedefimiz 'Selimiye Köyü', direksiyonda yolların yeni fatihi bendeniz.. Elbette karşıma çıkacak tek şeritli yollardan, virajlardan bihaber, heyecan ve şevk ile müziğimi ayarlamış, sevdiğim bir şarkı tutturmuş, yeşil ve mavi sevdasında... Oysa ki; yollar benim beklentilerimin çok dışında, şeritler sandığımdan küçük, yollar ilerledikçe daha da çok korkmama neden olan bir istikrarla virajlar sıralanmakta.. Tecrübesizliğimin verdiği ürkeklikle ilerlerken; aslında yolların bu şekilde olmasının ne kadar da bölgenin yararına olduğunu düşünmeden edemedim. Ne kadar ulaşımı kolaylaştıysa bu tarz tatil beldelerinin, bir şekilde koyun güzelliği, temizliği ve bakirliği de kayboldu, ortamlar kirlendi, doğanın bakirliği insan elinin, teknolojinin değdiğinin kanıtı olarak gün geçtikçe uzaklaştı gerçek güzelliğinden... Yapaylaştı... Kirlendi..... Gün be gün teslim oldu yozlaşmaya betonlaşmaya.. O yüzden her ne kadar zorlansam da yollarda, sevindim de diğer taraftan bu bölgenin tabiatı adına. O yüzden, tatilini bu yörede geçirmeyi planlayan dostlara, yollarının virajlı, ama bir o kadar da seyrine doyum olmayacak kadar bir görsel şölenle dopdolu olduğunu belirtmek isterim.
Muğla'dan Marmaris istikametinde ilerledikten sonra, Datça yolunu takip edip, asıl gidilmesi gereken yolun Bozburun tarafında olduğunu unutmamak lazım. Marmaris yoluna girildiğinde yeşilin ve mavinin size hazırlamış olduğu eşsiz tablo, size masal dünyasının büyülü atmosferini sunacağından, bu alanlarda doğal teras vazifesi gören, yol kenarındaki alanları kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ederim. Lakin; bu mekanlar size sadece bu yöreye gittiğinizde şahit olabileceğiniz kareler sunmakla kalmayacak; aynı zamanda sizi gerçek dünyadan alıp bir masalın tam ortasında yaşamaya davet edecek.... Nerde kaldı Çeşme ve eşrafının, sizi hali hazırda buyur ettiği renksiz ve boz alanlar.. İnanın kendim Milas'lıyım, bu bölgenin toprağıyla kavrulmuş olduğumdan değil, farkı kendiniz de bu yazıları okumadan da fark etmiş olacağınız için şimdiden söylemek için yazıyorum:)))..
Eski Marmaris yolu, siz normal yoldan ilerlerken, size eski bir yoldaş gibi eşlik edecek, bu huzur ve feyz dolu tatil gezinizde. Hele bir de fon da Buika'nın eşsiz sesi ile renkleniyorsa aracınız, sizden keyiflisi yoktur bana göre...
Selimiye köyünden önce sizi, Orhaniye karşılayacak... Denizin ortasından yürüyen, karınca misali arka arkaya sıralanmış insan yığının gördüysen, işte orası Orhaniye ve o yol da 'Kral Yolu'... pek çok efsanesi olsa da bu yolun, sanırım en keyiflisi, bu yoldan kral olarak kendin geçmen, kendin kral olman, o anlık da olsa... Orhaniye çevresinde pek konaklama alanı mevcut değil, tam anlamıyla bakir bir alan. Bu bölgeyi, kum plajı,, sıcacık suyu ve kral yolunu keşfetmek için değerlendirmen tarafımızca önerilir.
Orhaniye'yi geçtikten sonra, yol hiç hız kesmeden virajlar ve küçülmelerle devam edecek. Ta ki Selimiye köyü levhasını görene ve sen bu kadar yol eziyetini bu muhteşem manzara için bile çekerim arkadaş nidaları ile hızını arttırmaya başlayıncaya kadar..
Sevimli, kendi halinde, gün be gün keşfedilmenin verdiği mağrurlukla kendini gösterme çabasında Selimiye. Senin yolda çektiğin tüm o eziyetlere, döktüğün terlere inat; seni rahatlatacak, sıcacık kucaklayacak bir sahil köyü. O kadar ki; ilk geldiğinde köyün meydanı neresi, burada nerde denize girilir, nasıl tatil yapacağım bu küçücük yerde dedirtecek kadar saklanmış...
Sadece küçük pansiyonlar var bir kere onun kıyılarında, plaj olarak hayalinde canlandırdığın kumsallara ise kesinlikle yer yok.. Sadece tertemiz, pırıl pırıl, çakıl taşları ile dolu, 360 derece döndüğünde tam bir göl havası veren, neredeyse vücut sıcaklığın ile denk bir denizi var ki; yüzmeyen, tadına bakmayan bilemez... Gece bile girdiğinde tadına doyulmuyor, ben bu kadar söyleyeyim, siz gidin girmeden dönmeyin:))... Denendi test edildi, yine gitsem yine mutlaka gece tekrar girerim o tertemiz, berrak, sıcacık sularına...
Gece hayatı yok, akşam üzerleri yapılan o cıstaklı, eller havaya partileri yok, birbirini kesmeli tavlamalı ortamlar ise hayal bu mekanda... Peki ne mi var??? Huzur, dinginlik ve gerçek bir deniz tatili var bu küçücük pansiyonların yerleştiği, sıcacık köy halkının ev sahipliği yaptığı Selimiye'de...Ha bir de unutmadan, tadına doyulmaz lezzette mezeleri, balıkları var bu köyün, modern dünyadan, doğanın yardımı ile saklanmış gizli bahçelerinde..
Yemek için herkesçe bilinen meşhur 'Sardunya' restoranı var. Sağır sultan bile biliyor. Öte yandan kalabalık ve ticari zihniyetin mağlup etmiş olduğunu unutmamak lazım buraya giderken. Elbette mezeler lezzetli, balıklar denizden ama bir yanın da salaş, kendi halinde balık lokantası rahatlığını da aramıyor değil insan, boğaz kenarındaki ya da Çeşme Dalyanköy'deki balıkçılardan farkını görmek için en azından.... Bu yüzden benim önerim yeni keşiflere açık olman ve 'Nane Limon Restoran' ve 'Zeytinli Restoran'ı denemen.
Ortamın keyfi, ışık oyunları, iskelesinin kendine has ambiyansı ile seni Avrupa sahillerinde hissettiren 'Nane Limon'unun keyfi Sardunya'da kesinlikle yok. Hele de önüne demirlemiş tekne ve yatları da göz önüne alırsan; bence tercih etmen gereken mekanın adı daha bir belirginleşecek diye düşünüyorum. Zeytinli restoran sakin, kendi halinde, eş dost muhabbetine, demlendikçe şair ve yazar olmana imkan tanıyan bir mekan... Şarkılar, derinden, sanki senin içinden seslendirmek ve kaydetmek isteyip de yapamadığın namelerle hayat bulurken; sen de aşçının günün taze ot ve sebzelerinden yapılmış mezeleri ile keyif yapmakta olacaksın... Karşında sevdiğin varsa bir de; işte o zaman o şarkıların söz yazarı, bildiğin tüm şiirlerin şairi sen olacaksın. Tantana yok, cıstaklı bilindik hikayeleri anlatan şarkılar yok, senin hikayen, senin şiirlerin, senin aşkın yazılacak; bu dingin, bu yolların suç ortaklığı ile saklanmış mekanda... Sözün kısası dostum, eğer gideceksen adı duyulmuş, meşrutiyeti kanıtlanmış mekanlardan çok, senin keşfine hazır, lezzeti seninle test edilmiş mekanlara da açık ol bu köyde... Sonuçta tüm mekanların mezeleri birbirinden lezzetli, balıklar denizden, tazecik beklediğinden bekleyebileceğinden canlı...
Konaklama seçenekleri, yıldızlarla belirlenmiş değil... Benim sana tavsiyem, denize sıfır, odaların kapıları direk denize açılan, televizyonu bile olmayan pansiyonları değerlendirmen. Sonuçta dinlenmek, ruhunun naif yönlerini keşfetmekse amaç; bu pansiyonlar senin için açılmış demektir.....
Hediyelik eşya seçenekleri de mevcut olmakla beraber; köy meydanında yerleşmiş mekanlar biraz cüzdanını boşaltacak, hazırlıklı olmalısın. Sonuçta farklı duygulara hitap eden keyifli şeyler bulabileceğinden şüphem yok, ne var ki; sınırlı sayıda mekan olduğu için, fiyatlar da ona göre belirlenmiş ne yazık ki....
Hayal gibi bir tatil, dinlendiğini gerçekten hissedeceğin anılarla evine dönüyor olmanın bedeli ise hiç birşey ile belirlenemez diye düşünüyorum...
En yakın zamanda, Selimiye'de karşılaşmak dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder