Herşeyi öyle hızlı tüketiyoruz ki...
Günümüz tüketim günü, çağımız tam anlamıyla tüketim çağı... Herşeyi o kadar hızlı tüketiyoruz ve hemen yeni tüketim alanlarına göz dikmeye başlıyoruz ki şaşıp kalıyorum...
İlişkilerde, dostluklarda, zamanda, aşkta, sevgilerde hep bir tüketim içerisindeyiz. Bir ay dost olan, can-ciğer kuzu sarması kankalar; bir bakıyorsun öteki ay başkaları ile aynı samimiyet ve aynı dostluğu yaşamakta... Bu kadar mı kolay arkadaşım birileri ile önce herşeyini paylaşıp; sonra da yok artık sıkıldım, ben biraz da bundan alayım olayları... Hatta daha kötüleri arkadan konuşanlar, bir anda nerden çıktığı belli olmayan bir düşmanlıkla dolup taşanlar..
Aşklarda tüketim çağına bir zamandır alıştık sanki... Yavaş yavaş işledi benliğimize, zehrini öyle farketmeden akıttı ki; alıştık, kanıksadık ve normalleştirdik beynimizde... Aşklar, elbette eskir, elbette sonsuz olmaz bilmiyor değiliz, ama sanırım artık aşk olmaktan, hissedilen bir duygu olmaktan çok; ''o an''ın duygusu olmaya doğru yelken açtı yavaş yavaş ve derinden... Oysa ki bir dönem yeşilçam sinema filmleri ile ağlayan, o filmlerdeki aşklara öykünen gençlerdik bizler de.... Günümüzde öyle ''modernleştik'' öyle ''entelleştik'' ki; o filmlerle bile dalga geçebilir, o duygularla, o yoğunluklarla eğlenebilir konuma geldik.. Eskiyen aşklar da eklendi eskiyen dostluklara...
Bir zamanlar bayramlar çocuklar için şenlikti. Yeni elbiseler, yeni ayakkabılar almaktı. Heyecanla beklenen o sabaha, başucumuzda yeni ayakkabı veya yeni elbiselerimizle uyanırdık bir zamanlar. Şimdi alış verişler bir ''tık'' uzağımızda, bir kart numarası,bir CVC2 kodu kadar yakınımızda...''Taksit mi'' ''tabi tabi, ikiye böleyim, yok ya altı da olur''.. Artık yeni kıyafet almak için; eskimiş, yıpranmış olmalarına gerek yok, artık yeni birşeyler almak için ihtiyacımız olmasına gerek yok, işin aslı sadece istemek yeterli... Güzel mi?? Bir taraftan evet, bir taraftan da nereye kadar.... Bu müsriflik bu sınır bilmemezlik nereye varacak merak etmiyor da değilim.
Kitap almak için; kağıt kokan, matbaa kokan kitapçılara gider kitapları incelerdik. Hadi biraz daha ilerleyelim; ''inklap kitapevi''ne ya da ''d&r''a giderdik. Kitapların arka sayfaları okunur, içi incelenir, diğer yazarlar karşılaştırılır, en çok almak istediğimize düşüne düşüne karar verir alırdık biz kitapları... Şimdi öyle mi ya... Bin çeşit kitap sitesi var internette, bakıyorsun en çok satanlara, bakıyorsun yeni çıkanlara, sevdiğin yazarın beklediğin bir kitabı mı var ''hopp bir ön sipariş'' patlatıyorsun ki ilk senin olsun, sonra sepetine ilerliyorsun o da ne; eğer birkaç kitap daha alırsan kargo ücreti bedava... Sen de okumayacağını biliyor olsan da; kargo ücretinden yırtmak için bir kitap daha alıyorsun, tüketim zamanına, teknoloji çağına uygun ama kendine inat, kendinle çelişerek...
Sevdiğim yazarları da etkiliyor bu hız, bu tüketim mevsimi..Yayın evi bakısı var onlarda da bizdeki performansa benzer. Peşpeşe çıkan deneme kitapları dikkatimi çektiğinde -deneme kitaplarını okumayı sevmediğimden- başladım bu işe kafa yormaya.. Yazarların gazete köşelerine yazdıkları yazılarının toplanmasından oluşan bir dolu kitap doluşmaya başlamıştı kitapevlerinin vitrinlerine.. Dostum, ben senin köşe yazılarını seviyorsam; zaten açıp okuyorumdur gazeteden meraklanma, yok eğer senin romanlarından etkileniyorsam kitabını alırım. Sırf üretim olsun diye, sırf yazarın adı satıyor diye neden bu köşe yazıları toplama merakı diye sinir oluyordum. Sonra düşündüm; kitap yazmak zor iş hemen bir kitap yazdım hadi basalım denmiyor elbette... Bu yüzden yazarlar, kıyıda köşede kalmış, gazete yazıları, küçük öyküler, deneme yazılarını derleleyip önce yayınevinin istediğini veriyor.. Bu sırada evine, bilgisayarına kapanmış olan yazarımız da üretim aşamasında oluyor... Oysa ben alışkındım, sevdiğim bir yazarın kitabını en az 1 yıl beklemelere... O bekleme zamanları keyifli, o beklemeler heyecanlıydı bir zamanlar... Üretim arttı evet ama kalite azaldı diye düşünüyorum bu keşmekeş içerisinde (her alanda olduğu gibi kalitenin yerini sürüm derdi aldı).. Buarada yanlış anlaşılmalara mümkün olduğunca engel olmak adına belirtmeliyim ki; ben deneme sevmem, ben öykülere kendimi veremem ve ben köşe yazılarını taze taze, yayınlandığı hafta okumayı, okuyup zamanında yorum yapmayı tartışmayı hatta gerektiğinde yazarına tweet atarak dönmeyi tercih ederim:)) Kitapta basılmış köşe yazıları toplamaları anlamsız geliyor o yüzden bana...
Bu örnekler o kadar çok sayıda ki yaz yaz bitmez galiba..
Elbette zaman teknoloji çağı, elbette devir bilişim devri... Bunların hepsine karşı çıkan, 70'lerin romantik ruhunu yaşatan biri olmadığımı üzülerek belirtiyorum için ancak benimkisi bir içgörü oluşturmak, bir farkındalık yaratmak en başta kendime, sonra benden küçüklere, sevdiklerime dostlarıma.... Buna engel olabileceğimi hiç sanmıyorum, engel olabilecek güç hiçbirimizde yok, bunun yanısıra şurası da bir gerçek ki; tüm bu saydıklarım belki de karşıkonulmaz bir şekilde yaşadığımız hayatın gerçekleri... Benim de hayatım kolaylaşıyor teknoloji ile, benim de işlerim hızlanıyor, araştırmak istediklerim okumak istediklerim hemen karşıma çıkıyor bilişmin gelişmesi ile... İnternetten siparişler, alış verişler artık hayatımın parçası oldu diyebilirim:)... Dostluklarda, çok önem vermemeyi, seni üzmelerini, kalbinde yer edip seni acıtmalarını engeliyorsun, ''bugün var yarın yok'' dostluklar sayesinde; gününü iyi geçiriyor, sıkılmıyorsun, onu da kendin kadar düşünmek, hassas davranmak derdi yok... Eeee ne de olsa ''alan memnun, satan memnun'' olayı oluyor, karşındakinin senden beklentisi olmayınca, senin de beklentin olmuyor haliyle...
Pekala nereye kadar gidecek böyle, nereye kadar bu denli duyarsız, bu denli ruhsuz, bu denli adamsendecilikle yaşamaya devam edeceğiz. Bu sorunun cevabı yaşamın kendisinde gizli elbette... Yaşayacağız ve göreceğiz... Ne çok dostlar tüketeceğiz, ne çok aşklarla yanacağız kim bilir bu süreçte. Adını oturup düşünmek zorunda kalacağımız, bir zamanlar çok samimi olduğumuzu sandığımız dostluklarımız, yaşadığımız duygusallığı, heyecanı tanımlamakta ve hissetmekte zorlandığımız, nur topu gibi aşklarımız yaşlanacak bu tükenmişlikte, bu tüketim çağında...
Bir tarafta yeşerecek elbette gerçek dostluklar, yaşlanacak kurulan ilişkiler, olgunlaşacak günbegün.. Olgunlaştıkça; bu yaşanmışlıkların tadı, lezzeti artacak... Yaşanan onca dostluktan bir onların adı kalacak akıllarda, bir onlar aranacak, aşklardan bir o aşk kalacak boğazımızı düğümleyen, gözlerimizi dolduran... Kitaplar bol bol okunacak ama bir o roman, bir tek onun yazdığı tavsiye dilecek, elden ele dolaşıp, paylaşılıp okunacak...Kalbimize işleyen, yüreğimizi ısıtanlar kalıcı olacak...
İlişkilerde, dostluklarda, zamanda, aşkta, sevgilerde hep bir tüketim içerisindeyiz. Bir ay dost olan, can-ciğer kuzu sarması kankalar; bir bakıyorsun öteki ay başkaları ile aynı samimiyet ve aynı dostluğu yaşamakta... Bu kadar mı kolay arkadaşım birileri ile önce herşeyini paylaşıp; sonra da yok artık sıkıldım, ben biraz da bundan alayım olayları... Hatta daha kötüleri arkadan konuşanlar, bir anda nerden çıktığı belli olmayan bir düşmanlıkla dolup taşanlar..
Aşklarda tüketim çağına bir zamandır alıştık sanki... Yavaş yavaş işledi benliğimize, zehrini öyle farketmeden akıttı ki; alıştık, kanıksadık ve normalleştirdik beynimizde... Aşklar, elbette eskir, elbette sonsuz olmaz bilmiyor değiliz, ama sanırım artık aşk olmaktan, hissedilen bir duygu olmaktan çok; ''o an''ın duygusu olmaya doğru yelken açtı yavaş yavaş ve derinden... Oysa ki bir dönem yeşilçam sinema filmleri ile ağlayan, o filmlerdeki aşklara öykünen gençlerdik bizler de.... Günümüzde öyle ''modernleştik'' öyle ''entelleştik'' ki; o filmlerle bile dalga geçebilir, o duygularla, o yoğunluklarla eğlenebilir konuma geldik.. Eskiyen aşklar da eklendi eskiyen dostluklara...
Bir zamanlar bayramlar çocuklar için şenlikti. Yeni elbiseler, yeni ayakkabılar almaktı. Heyecanla beklenen o sabaha, başucumuzda yeni ayakkabı veya yeni elbiselerimizle uyanırdık bir zamanlar. Şimdi alış verişler bir ''tık'' uzağımızda, bir kart numarası,bir CVC2 kodu kadar yakınımızda...''Taksit mi'' ''tabi tabi, ikiye böleyim, yok ya altı da olur''.. Artık yeni kıyafet almak için; eskimiş, yıpranmış olmalarına gerek yok, artık yeni birşeyler almak için ihtiyacımız olmasına gerek yok, işin aslı sadece istemek yeterli... Güzel mi?? Bir taraftan evet, bir taraftan da nereye kadar.... Bu müsriflik bu sınır bilmemezlik nereye varacak merak etmiyor da değilim.
Kitap almak için; kağıt kokan, matbaa kokan kitapçılara gider kitapları incelerdik. Hadi biraz daha ilerleyelim; ''inklap kitapevi''ne ya da ''d&r''a giderdik. Kitapların arka sayfaları okunur, içi incelenir, diğer yazarlar karşılaştırılır, en çok almak istediğimize düşüne düşüne karar verir alırdık biz kitapları... Şimdi öyle mi ya... Bin çeşit kitap sitesi var internette, bakıyorsun en çok satanlara, bakıyorsun yeni çıkanlara, sevdiğin yazarın beklediğin bir kitabı mı var ''hopp bir ön sipariş'' patlatıyorsun ki ilk senin olsun, sonra sepetine ilerliyorsun o da ne; eğer birkaç kitap daha alırsan kargo ücreti bedava... Sen de okumayacağını biliyor olsan da; kargo ücretinden yırtmak için bir kitap daha alıyorsun, tüketim zamanına, teknoloji çağına uygun ama kendine inat, kendinle çelişerek...
Sevdiğim yazarları da etkiliyor bu hız, bu tüketim mevsimi..Yayın evi bakısı var onlarda da bizdeki performansa benzer. Peşpeşe çıkan deneme kitapları dikkatimi çektiğinde -deneme kitaplarını okumayı sevmediğimden- başladım bu işe kafa yormaya.. Yazarların gazete köşelerine yazdıkları yazılarının toplanmasından oluşan bir dolu kitap doluşmaya başlamıştı kitapevlerinin vitrinlerine.. Dostum, ben senin köşe yazılarını seviyorsam; zaten açıp okuyorumdur gazeteden meraklanma, yok eğer senin romanlarından etkileniyorsam kitabını alırım. Sırf üretim olsun diye, sırf yazarın adı satıyor diye neden bu köşe yazıları toplama merakı diye sinir oluyordum. Sonra düşündüm; kitap yazmak zor iş hemen bir kitap yazdım hadi basalım denmiyor elbette... Bu yüzden yazarlar, kıyıda köşede kalmış, gazete yazıları, küçük öyküler, deneme yazılarını derleleyip önce yayınevinin istediğini veriyor.. Bu sırada evine, bilgisayarına kapanmış olan yazarımız da üretim aşamasında oluyor... Oysa ben alışkındım, sevdiğim bir yazarın kitabını en az 1 yıl beklemelere... O bekleme zamanları keyifli, o beklemeler heyecanlıydı bir zamanlar... Üretim arttı evet ama kalite azaldı diye düşünüyorum bu keşmekeş içerisinde (her alanda olduğu gibi kalitenin yerini sürüm derdi aldı).. Buarada yanlış anlaşılmalara mümkün olduğunca engel olmak adına belirtmeliyim ki; ben deneme sevmem, ben öykülere kendimi veremem ve ben köşe yazılarını taze taze, yayınlandığı hafta okumayı, okuyup zamanında yorum yapmayı tartışmayı hatta gerektiğinde yazarına tweet atarak dönmeyi tercih ederim:)) Kitapta basılmış köşe yazıları toplamaları anlamsız geliyor o yüzden bana...
Bu örnekler o kadar çok sayıda ki yaz yaz bitmez galiba..
Elbette zaman teknoloji çağı, elbette devir bilişim devri... Bunların hepsine karşı çıkan, 70'lerin romantik ruhunu yaşatan biri olmadığımı üzülerek belirtiyorum için ancak benimkisi bir içgörü oluşturmak, bir farkındalık yaratmak en başta kendime, sonra benden küçüklere, sevdiklerime dostlarıma.... Buna engel olabileceğimi hiç sanmıyorum, engel olabilecek güç hiçbirimizde yok, bunun yanısıra şurası da bir gerçek ki; tüm bu saydıklarım belki de karşıkonulmaz bir şekilde yaşadığımız hayatın gerçekleri... Benim de hayatım kolaylaşıyor teknoloji ile, benim de işlerim hızlanıyor, araştırmak istediklerim okumak istediklerim hemen karşıma çıkıyor bilişmin gelişmesi ile... İnternetten siparişler, alış verişler artık hayatımın parçası oldu diyebilirim:)... Dostluklarda, çok önem vermemeyi, seni üzmelerini, kalbinde yer edip seni acıtmalarını engeliyorsun, ''bugün var yarın yok'' dostluklar sayesinde; gününü iyi geçiriyor, sıkılmıyorsun, onu da kendin kadar düşünmek, hassas davranmak derdi yok... Eeee ne de olsa ''alan memnun, satan memnun'' olayı oluyor, karşındakinin senden beklentisi olmayınca, senin de beklentin olmuyor haliyle...
Pekala nereye kadar gidecek böyle, nereye kadar bu denli duyarsız, bu denli ruhsuz, bu denli adamsendecilikle yaşamaya devam edeceğiz. Bu sorunun cevabı yaşamın kendisinde gizli elbette... Yaşayacağız ve göreceğiz... Ne çok dostlar tüketeceğiz, ne çok aşklarla yanacağız kim bilir bu süreçte. Adını oturup düşünmek zorunda kalacağımız, bir zamanlar çok samimi olduğumuzu sandığımız dostluklarımız, yaşadığımız duygusallığı, heyecanı tanımlamakta ve hissetmekte zorlandığımız, nur topu gibi aşklarımız yaşlanacak bu tükenmişlikte, bu tüketim çağında...
Bir tarafta yeşerecek elbette gerçek dostluklar, yaşlanacak kurulan ilişkiler, olgunlaşacak günbegün.. Olgunlaştıkça; bu yaşanmışlıkların tadı, lezzeti artacak... Yaşanan onca dostluktan bir onların adı kalacak akıllarda, bir onlar aranacak, aşklardan bir o aşk kalacak boğazımızı düğümleyen, gözlerimizi dolduran... Kitaplar bol bol okunacak ama bir o roman, bir tek onun yazdığı tavsiye dilecek, elden ele dolaşıp, paylaşılıp okunacak...Kalbimize işleyen, yüreğimizi ısıtanlar kalıcı olacak...
Yorumlar
Yorum Gönder